9 Eylül 2012 Pazar

kuyu

Sonra ben kendimi daracık bir kuyunun başında buldum.
Dibine bakmaya çalışırken ayağım kaydı düştüm içine.
Sonra ne kadar çıkmaya çalıştıysam işe yaramadı.
Giderek içine batmaya başladım.
Sonra o kuyunun bataklık olduğunu anladım.
Ama bunu anlamak için biraz gecikmiştim.
Yalnız başıma,
Yok oldum.

8 Eylül 2012 Cumartesi

Sevdiğin ben değilim bebeğim.
Kendimi paketleyebilirim.

7 Eylül 2012 Cuma


TANRI BABA

Tanrı Baba, bir sabah uyanınca,
Biz insanları düşündü nasılsa,
Gitti pencereye: "Kim bilir, dedi;
Belki o gezegen yok oldu gitti.
Ama baktı, uzakta, çok uzakta,
Bir köşecikte fır dönüyor dünya.
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi bir şey anlıyorsam
Bu dünyalıların tutumlarından.

Ey benim minnacık yaratıklarım,
Ak ve kara, donuk ve yanıklarım,
Dedi Tanrı, en babacan haliyle;
Sizi ben yönetiyormuşum sözde.
Oysa, görüyorsunuz, Allah'a şükür,
Benim de sürüyle bakanlarım var,
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı,
Alsın vallahi, çocuklar, bu bakanları
İkişer üçer atmazsam kapı dışarı.

Boşuna mı kızlar verdim, şarap verdim size?
Güzel güzel yaşayasınız diye.
Nasıl olur da siz benim inadıma
Orduların Tanrısı dersiniz bana?
Ne yüzle adımı alıp dilinize
Top atarsınız birbirinize?
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, çocuklar, bir tek
Orduyu kumanda ettiysem bugüne dek.

Şu süslü püslü zibidilerin işi ne
Yaldızlı tahtlar üstünde?
Nedir o kasılmaları, böbürlenmeleri?
Beslediğimiz bu karınca beyleri
Sözde benden kutsal haklar almışlar
Benim inayetimle kral olmuşlar
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı;
Alsın vallahi, benden geldiyse eğer
Sizleri böyle kötü yönetenler.

Hiç bana kızmayın artık, çocuklar;
Temiz yürekli olun, bana yeter.
Sevişin, güle oynaya yaşayın,
Sizi yakar makarım diye korkmayın
Kralına da, yobazına da basın kalayı...
Ama keselim, Allahaısmarladık
Curnalcılar duyarsa yandık
Şeytan canımı alsın, dedi Tanrı
Alsın vallahi, o yüzsüz herifleri
Sokarsam kapımdan içeri.




Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

6 Eylül 2012 Perşembe



Bazen soluğunu hissederek bu şarkıyı sana söylemek istiyorum. Belki sana ne kadar çok ihtiyacım olduğunu anlarsın diye.
Yataktan belirsizliklerle kalktım bugün.
Kafamı dağıtmak için açıp süngerbob bile izledim tekrar uyudum-uyandım.
Ne yapacağım ne konuşacağım nasıl davranacağım hakkında hiçbir şey belirmemişti kafamda.
Saat on ikiyi gösterdi bişiler olmaya başladı içimde.
Heycan mıydı? yoksa içimdeki şeylerin kavgası mıydı?
Bilmiyorum.
Saat 13:00 vurdu. Umutla çalan telefonuma koştum. Fufuydu arayan buluşma yeri olarak taksimi seçmiştik.
Saat 14:30 oldu ve ben heyecandan şişhaneden taksime kadar yürüdüm. Elimde koca bi frappuccino bardağı ile meydana doğru ilerledim.
Gördüğüm yüzler bu kez farklıydı.
Tanınmadık farklı yüzler...
Sonra frappuccino bitti ve ben bi simitçiden su aldım. Ağzımdaki zengin frappuccino tadını attım. Artık sıradan sayılırdım.
Gelmesini heyecanla beklediğim fufu geldi.
Sarıldık.
evet kocaman sarıldık.
Ve soluklanmak için mükemmel limonata yapan kafikaya gittik.
Limonata yapmayı cidden biliyor orası ağır limon ve onun içinde dans eden taze nane.
Fufu da dondurma istedi.
Sonra tanıdık bi ses elif diye seslendi ummuyordum o sesi duymayı ama duyup bakmamla anladım ki o ses çok güzel bir adama ait.
O her zaman gülen adam bu kez üzgündü. Onu öyle görünce bende üzüldüm açıkçası.
Üzülmek için haklı bi gerekçesi vardı hemde.
Ama o gerekçe ondan önemli değildi nihayetinde.
Onu daha fazla sıkmak istemediğim için cümlelerimi kısa tuttum.
Ve gitti.
Sonra limonatam geldi.
Buz gibi limonata eşsiz tadı olan o limonata.
Fufu da dondurmasını yemeye başladı.
Ben anlattım, o anlattı.
Sonuç özlemekti.
Anlatılan bir sürü şey vardı ama önemli olan tek şey benim sevdiğim adamdı!
Doymak bilmiyordum onu başkasına anlatırken hele de fufuya anlatırken ayrı bir zevk alıyordum.
Zaman geçti kalkma vakti geldi çattı.
Yine benim bitmek bilmeyen tipik hesabı ben ödeyeceğim kavgalarım sürerken yoldan geçen başka bi adam dikkatimi çekti hem kavga ediyordum hemde yoldan geçen o adamı anlamaya çalışıyordum.
O da tanıdık bi yüzdü ama saklanan bi yüz.
Saniyeler geçti ve gözden kayboldu.
Bende hesabı ödedim ve kalktık masadan.
İstiklal tünel karaköy derken kendimizi Eminönünde bulduk.
Güzel bi günün bitiş saati gelmişti.
Öpüşmeler-sarılmalar ilkin sonu olarak yapılmıştı.
Sonra ben tek başıma kaldım. Galata köprüsünden ağır ağır gittim kulağımda çalan müzeyyen senar-zeki müren beni sarhoş etmişti. Sonra karaköye vardım ve time to wander dinlemem gerektiği aklıma geldi. O şarkı karaköy için yazılmıştı.
Karaköyde bi banka oturup denizi izledim sonra...
Martılar çok güzel görünüyorlardı buna karşın  vapurdan inen o solgun suratlı insanlar yaşamıyorlar gibiydi hepsinin gözünün feri sönmüş gibi görünüyorlardı. Sonra tekrar yola koyuldum ve galata kulesine çıktım. Şarap sevmeyen ben bir kadeh şarap içtim.
Yerde oturup öpüşenlerden tut sevgilisinin dizine yatmış insanlara kadar her türlü sevgi vardı.
Olmalıydı da.
Sonra ben o şarabı içip yoluma devam ettim ve evime geldim.
Şimdi düşünüyorum da dün güzel geçti.
Saat şimdi 00:07 ve bu günden umudum yok....


Öyle geçtin önümden yabancı gibi.
Sanki hiç bana sarılmamışsın gibi.
Sanki hiç beni görmemiş gibi.
neyse...

5 Eylül 2012 Çarşamba

Bi çok kez vazgeçtim.
Sende biliyorsun.
Ve bir gün gelecek ben sana sözcüklerimi vericem.
Söz.

4 Eylül 2012 Salı

Bazen insanlar şaşırıyor dedemden baba diye bahsetmeme.
Ben gözlerimi dünyaya açar açmaz onu gördüm.
Herkese iki babam var dedim.
Kocaman bi aileye sahip olduğumuz halde beni en çok seven en çok korumaya alan oydu.
Derdimi gözlerimden okuyabiliyordu.
Bana sımsıkı sarılıyordu.
Ve ben onu kaybettim.
Yirmi yılda öyle güzel şeyler öğretti ki bana.
Şefkat desen en büyük şefkati verdi.
Özlüyorum.
Zor oluyo böyle yaşamak.
Her gece rüyamda o var her gece beni öpüp kokluyo.
Ben onsuz yaşayamıyorum.
Günlerin hiç bir tadı yok.
Anlamı da...
O benim ilk başta arkamda duran koca bir dağdı.
Sonra benim koruyucumdu.
Arkadaşım,dostum,kardeşim,sırdaşım,dertdaşım o benim her şeyimdi.
Şimdi ona ha dede demişim ha baba. Ne önemi var ki?
O benim her şeyimdi....

Tek istediğim şey babama sarılmak.

169. gün

Ve ben 18 Marttan bu yana hep bi resim çerçevesine bakarak ağladım.
20 Marttan sonrada o resim çerçevesi ile konuşmaya başladım.
O anlıyordu beni.
O tanıyordu.
O beni yargılamıyordu sadece çok seviyordu.
O gitti geriye ne sevgi kaldı ne de güven...
En kötüsü de ne biliyor musun? o çok sevdiğimiz insanlardan darbe yemek.
En çokta o üzüyo işte.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Önemli olan sana sarılmış olmamdı.
 Korkmadan kaburgalarının arasında dolaşmamdı.
Tamam mı?

2 Eylül 2012 Pazar

çift sıfırlı kırk altıymış buda

Sanki yüz yıldır yaşıyormuş gibi yorgunum aslına bakıcak olursak.
Bazen taşıyamıyor insan ağır yükleri,çabalıyor ama her defasında eziliyor. En kötüsü de o çok sevdiğimiz insanlar yüklüyor sırtımıza o yükü...
Sevmek yetmiyormuş anlıyorum artık insan sevilmekte istiyormuş. Yaşanılan her şeyi film gibi başa sarıp izliyormuşuz. Belki bir daha gelmeyecek olan o güzel anılar. Artık gelecekten bir şey beklememeyi öğrendim mesela ben. Geçmiş anılarla ne kadar yaşanır bilmem ama gelecekte aslında bana güzel şeyler vaat etmiyor.
Bir anlamı olmuyor şimdiki yaşanılanların hep bi özlemle bakıyor insan geçmişe hep bi göz dolmasıyla.
Ne kadar gülsek de aslında  içimiz kan ağlıyor.
Gün geçtikçe daha iyi taklit yapmaya başlıyoruz.
Daha çok inandırıcı oluyoruz.
Sonra tek başımıza kaldığımızda yine o sonu gelmez keşkelerle savaşıyoruz,yeniliyoruz.
Her defasında da mutlak gerçeğin geçmiş olduğunu anlıyoruz.