6 Eylül 2012 Perşembe

Yataktan belirsizliklerle kalktım bugün.
Kafamı dağıtmak için açıp süngerbob bile izledim tekrar uyudum-uyandım.
Ne yapacağım ne konuşacağım nasıl davranacağım hakkında hiçbir şey belirmemişti kafamda.
Saat on ikiyi gösterdi bişiler olmaya başladı içimde.
Heycan mıydı? yoksa içimdeki şeylerin kavgası mıydı?
Bilmiyorum.
Saat 13:00 vurdu. Umutla çalan telefonuma koştum. Fufuydu arayan buluşma yeri olarak taksimi seçmiştik.
Saat 14:30 oldu ve ben heyecandan şişhaneden taksime kadar yürüdüm. Elimde koca bi frappuccino bardağı ile meydana doğru ilerledim.
Gördüğüm yüzler bu kez farklıydı.
Tanınmadık farklı yüzler...
Sonra frappuccino bitti ve ben bi simitçiden su aldım. Ağzımdaki zengin frappuccino tadını attım. Artık sıradan sayılırdım.
Gelmesini heyecanla beklediğim fufu geldi.
Sarıldık.
evet kocaman sarıldık.
Ve soluklanmak için mükemmel limonata yapan kafikaya gittik.
Limonata yapmayı cidden biliyor orası ağır limon ve onun içinde dans eden taze nane.
Fufu da dondurma istedi.
Sonra tanıdık bi ses elif diye seslendi ummuyordum o sesi duymayı ama duyup bakmamla anladım ki o ses çok güzel bir adama ait.
O her zaman gülen adam bu kez üzgündü. Onu öyle görünce bende üzüldüm açıkçası.
Üzülmek için haklı bi gerekçesi vardı hemde.
Ama o gerekçe ondan önemli değildi nihayetinde.
Onu daha fazla sıkmak istemediğim için cümlelerimi kısa tuttum.
Ve gitti.
Sonra limonatam geldi.
Buz gibi limonata eşsiz tadı olan o limonata.
Fufu da dondurmasını yemeye başladı.
Ben anlattım, o anlattı.
Sonuç özlemekti.
Anlatılan bir sürü şey vardı ama önemli olan tek şey benim sevdiğim adamdı!
Doymak bilmiyordum onu başkasına anlatırken hele de fufuya anlatırken ayrı bir zevk alıyordum.
Zaman geçti kalkma vakti geldi çattı.
Yine benim bitmek bilmeyen tipik hesabı ben ödeyeceğim kavgalarım sürerken yoldan geçen başka bi adam dikkatimi çekti hem kavga ediyordum hemde yoldan geçen o adamı anlamaya çalışıyordum.
O da tanıdık bi yüzdü ama saklanan bi yüz.
Saniyeler geçti ve gözden kayboldu.
Bende hesabı ödedim ve kalktık masadan.
İstiklal tünel karaköy derken kendimizi Eminönünde bulduk.
Güzel bi günün bitiş saati gelmişti.
Öpüşmeler-sarılmalar ilkin sonu olarak yapılmıştı.
Sonra ben tek başıma kaldım. Galata köprüsünden ağır ağır gittim kulağımda çalan müzeyyen senar-zeki müren beni sarhoş etmişti. Sonra karaköye vardım ve time to wander dinlemem gerektiği aklıma geldi. O şarkı karaköy için yazılmıştı.
Karaköyde bi banka oturup denizi izledim sonra...
Martılar çok güzel görünüyorlardı buna karşın  vapurdan inen o solgun suratlı insanlar yaşamıyorlar gibiydi hepsinin gözünün feri sönmüş gibi görünüyorlardı. Sonra tekrar yola koyuldum ve galata kulesine çıktım. Şarap sevmeyen ben bir kadeh şarap içtim.
Yerde oturup öpüşenlerden tut sevgilisinin dizine yatmış insanlara kadar her türlü sevgi vardı.
Olmalıydı da.
Sonra ben o şarabı içip yoluma devam ettim ve evime geldim.
Şimdi düşünüyorum da dün güzel geçti.
Saat şimdi 00:07 ve bu günden umudum yok....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder